"Büyükler bize yalan söylemişti. Whit bize yalan söylemişti. Babam... bana yalan söylemişti. Son yirmi dört saattir kalbim, aklımın kabullenemediği şeyi aslında biliyordu. Hepsi gerçeği biliyordu. Hepsi yalansa, neye inanacaktım ki ben? Neyin hakikat neyin uydurma olduğuna dair en ufak bir fikrim kalmamıştı. Tüm çocukluğum boyunca beynim yıkanmıştı. Artık kendi başımaydım. Güvenecek kimsem yoktu."
Nükleer bir bombanın tüm dünyayı yok ettiği Üçüncü Dünya Savaşı'ndan kaçmayı başaran bir grup insan, Alaska'nın balta girmemiş ormanlarında kendilerine yeni bir hayat kurmuşlardı. Son otuz yıldır, dış dünyada hâlâ yaşıyor olabilecek tüm insanlardan saklanarak doğayla iç içe bir yaşam sürdürmüşlerdi. En azından tüm hayatı boyunca Juneau'ya anlatılan gerçek buydu. Juneau bir gün avdan döndüğünde tüm klanının kaçırılmış olduğunu görür ve onları kurtarmak için yola çıkar. Hayatında ilk defa yaşadığı bölgenin sınırları dışına çıkan Juneau, korkutucu bir gerçekle karşı karşıya kalır: Üçüncü Dünya Savaşı hiç yaşanmamış, şehirler yok olmamıştır ve dünya yerli yerinde durmaktadır. Ona anlatılan her şey koca bir yalandan ibarettir. Yaşadığı bu büyük şokun ardından Juneau şimdi varlığından bihaber olduğu bu modern dünyada kendini kaybetmiş bir halde savrulup durur. Ailesini ve arkadaşlarını kurtarmak için bir yol bulmaya çalışırken, Juneau'nun geçmişi hakkındaki olağanüstü gerçeği bilen bir kişi de onun peşindedir.
Herkese merhaba, yeni bir okuma etkinliğinin yorumuyla
sizlerleyim.
Bu sefer farklı olarak bir distopya kitabı okudum. Farklı
olarak diyorum çünkü distopya çok sık okuduğum bir tür değil. Uzun zamandır
okumamıştım ve böyle güzel bir kitapla distopya türüne döndüğüm için mutluyum
açıkçası.
Genelde kitabın konusundan biraz bahseder yorumuma geçerim.
Fakat arka kapak yazısında o kadar güzel ve tam olarak anlatmış ki, ben şimdi
konusundan bahsetsem ya aynı şeyleri söyleyeceğim ya da spoiler vereceğim. Yine
de özetlemem gerekirse; Juneau on yedi yaşında Alaska’da klanıyla birlikte
yaşıyor. Otuz yıl önce Üçüncü Dünya Savaşı’ndan sonra oradan kaçmayı başaran
otuz-kırk kişilik bir klandan bahsediyorum. Alaska’nın bakir topraklarına
saklanmayı başarmışlar. Kızımız Juneau, ava gittiği zaman daha önce görmediği
helikopterlerin yuvasının yani klanının üzerinde uçtuğunu görünce bir terslik
olduğunu anlıyor ve oraya geri dönüyor. Geri döndüğü zaman klanının
kaçırıldığını görüyor, klanın Bilge’si Whit dahil. Şurada bir parantez açalım.
Whit, klanın bilgesi ve üç yıl içinde Juneau onun yerini alacak. Kitabı
okuduğunuzda göreceksiniz zaten. Kendine özgü tabirleri var. Yara’yla bağlantı
kurmak ve Okumak gibi. Bir distopya kitabı ve tahmin edebileceğiniz gibi
oluşturulan dünyaya özel bazı terimler ve olaylar var. Daha sonrasında Juneau
güçlerini kullanarak Yara’yla bağlantı kuruyor ve klanının nerede olduğu
anlamaya çalıştıktan sonra onları bulmak için yola çıkıyor. Fakat farkında
olmadığı bir şey var. O klanını ararken, onun da peşinde olan birileri var.
Her neyse, konusundan bu kadar bahsetmemiz yeter sanırım.
Yorumuma gelecek olursak, ben kitabı sevdim. Çok fazla distopya türü okumuyorum
demiştim. Bunun sebebi genelde bu tarz kitaplardan sıkılıyor olmam. Ama Sondan
Sonra öyle olmadı. Başlarında sadece konuyu kavrayana ve karakterleri tanıyana kadar
bocaladım biraz. Ondan sonrasında kitap sizi içine çekiyor ve o dünyaya girip
Juneau ve Miles ile birlikte yolculuk yapmaya başlıyorsunuz. Şimdiye kadar
okuduğum distopyalardan biraz daha farklıydı ve ben okurken keyif aldım.
Yazarın fantastik tarzda ülkemizde çıkan bir serisi daha var. Ben onu da okudum
son kitabı hariç. Yazarın kalemini gerçekten seviyorum. Tabii ben orijinal
halini okumadığım için bu biraz da çevirmenin başarısı oluyor. Gerçekten güzel
bir çeviriydi. Yazarın betimlemeleri bu kitapta da mevcuttu ve dediğim gibi çok
hoşuma gitti. Sonu çok acayip bir şekilde bitti. İkinci kitabı umarım bir an
önce çıkar da okuruz.
Puanım:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder