3. Turumuzun ilk gününden herkese merhaba :)
Ön okuma'yı okumadan önce Facebook sayfamızda gerçekleşen çekilişe katılmak için tık tık
Hunter Zaccadelli’yle ilk kez karşılaştığımda suratına bir yumruk attım. Bunu tamamen hak etmişti. Ayrıca, bunu her açıdan kendi istemişti. Dördüncü oda arkadaşımız okuldan sadece üç gün önce bizi ortada bıraktığında, Darah, Renee ve ben üniversitenin Barınma Müdürlüğü’nün bu durumu halledeceğini ve zavallının birini bize dördüncü kişi olarak iteleyeceğini düşünmüştük. Bu kişi muhtemelen erkek arkadaşının peşinden gitmek için son dakika bir okul değişikliği yapan zavallı bir kız ya da eve çıkma planları suya düşmüş bir talihsiz olacaktı. Neyle karşılaşacağımızdan emin değildik tabii ama açıkcası taşınma günü geldiğinde kapıyı açıp da dışarıda bulduğum kişinin oda arkadaşımız olabileceğini hiç tahmin etmiyordum. Birinci sınıf barınmanın karma olduğunu biliyordum, fakat en acayip, en çılgın rüyalarımda bile bunun başımıza gelebileceğini düşünmemiştim. Karşımda umutsuz ve bitkin bir kız yerine, küçük bavulu, sırt çantası ve gitarıyla birlikte bir erkek duruyordu. Onu incelemekle harcadığım dopdolu üç saniye boyunca hiçbir şey söyle- yemeyişim ise klişenin daniskasıydı.Çok kısa kesilmiş ve hatta neredeyse tamamı traş edil- miş siyah saçlarıyla, saat beş yönüne düşen gölgesiyle ve insanı delip geçen mavi gözleriyle, 1.52 boyunda olan benden en az yarım metre uzun boyuyla karşımdaydı işte. Ve ayrıca tüm bunların üstüne de ukala bir gülümseme... Tabii alnında bela yazılı bir dövme de olabilirdi.
Dövmeden söz açılmışken, kolunda birkaç tane dövme olduğunu fark ettim ama ne olduklarını göremedim. Tişörtü, hayal gücüne pek fazla şey bırakmayacak derecede göğsüne yapışmıştı. Tişörtünü küçük erkek kardeşinden ödünç alıp giymiş gibiydi.
“Sen Darah, Renee ya da Taylor mısın acaba? Bana Taylor gibi geldin,” dedi beni gözleriyle süzerek.
UMaine tişörtü ve siyah bir futbolcu şortu içinde olduğumu, kumral saçlarımı da ensemde alelade bir topuz yapmış olduğumu varsaydığımızda, o gün pek formumda sayılmazdım doğrusu. Gözlerini üzerimde bir kez daha gezdirdi ve bu sefer nedense kızardım. Tam o anda ona bir tekme savurmak istedim. “Bir yanlışlık olmalı,” dedim. Omzundaki çantasını düzeltti. “Çok yaratıcı bir isimmiş. Peki kısaca ne diyorlar sana? Küçük Hanım?” “Öyle demek istemedim.”
Ağzı kulaklarına varmıştı. Ya babası dişçiydi ya da diş iplerine özel bir ilgisi vardı, çünkü o dişlerin mükemmelliğinin başka bir açıklaması olamazdı. Üç yıllık tel ve çene aparatı takma macerası yaşamış biri olarak böyle şeyleri hemen fark ederdim. Hatta hala her gece damaklık takıyordum.“Bu arada ben Hunter. Hunter Zaccadelli.”
Tabii ya, adı Hunter’dı elbette. Şu ana kadar tanıdığım tek Hunter da ahmağın tekiydi. Ve karşımdaki çocuk da bu geleneği sürdüreceğe benziyordu.
Bavulunu göstererek, “Ee eşyalarımı içeri koyayım mı yoksa…?”
İşte, aklım beni hiçbir zaman yanıltmazdı.
“Kim o?” Darah, sonunda ortaya çıkmıştı. Diğer oda arkadaşımız Renee ise, hala arabasından eşya boşaltmak- la uğraşıyordu.
“Selam, ben yeni oda arkadaşınız,” dedi Hunter. “Yeni oda arkadaşı mı?” Darah’nın kaşları öyle bir havalandı ki neredeyse perçemlerinin altına saklanmış- lardı. O da, aynı şekilde yukarıdan aşağı süzüldü, fakat aynı şeyler ona yapılmadı. Çünkü, Hunter hala bana bakıyordu.
“Evet, eve çıkma planlarım son anda mahvoldu. Ku- zenimin evinde kalacaktım ama o da olmadı. O yüzden buradayım işte. Artık içeri girmemin bir sakıncası yoktur umarım?”
Kollarımı kaldırarak, “Burada yaşayamazsın,” dedim. “Neden ki? Son baktığımda burası karma bir tesisti.” Yine o pis sırıtışını patlattı ve beni tamamen görmezden gelerek odaya girdi.
O an göğsü benimkine çarptı ve parfümünün koku- sunu aldım. Burnunuzu mahveden o ucuz parfümlerden değildi bu. Daha baharatlı, tarçınlı gibi bir şeydi. Sözümü geri almadım ama yapı olarak benden her anlamda daha büyüktü. Fakat, benim de ona sürprizlerim vardı.Çantasını yere çarparak, “Pekala, burası kuzenimin koltuğunda uyumaktan çok daha iyi gelecek bana,” dedi ve odayı keşfetmeye başladı.
Bir kenarında mutfak ve yemek masasının ancak sığabildiği minicik bir köşe ve diğer kenarında ise sadece bir kanepe ve televizyon koltuğu kadar bir oturma alanı bulunan odalarımız oldukça küçüktü. Yatak odaları ise daha kötü durumdaydı; odalarda duvar boyunca birbiri- ne dik olarak yerleştirilmiş, altında çalışma masası olan ranzalar dışında geriye sadece ikişer küçük dolaplık yer kalıyordu.
Ellerini beline koyarak, “Bir kimlik görebilir miyim acaba?” dedi Darah. “Rastgele bir serseri olmadığını nereden bilelim?”
“Sizce ben rastgele bir serseriye mi benziyorum?” diyerek kollarını açınca ben de sonunda sol pazısındaki dövmenin ne olduğunu görebildim.
Kolunda kargacık burgacık bir el yazısıyla yedi rakamının dövmesi bulunuyordu. Gözlerim kolundan yü- züne doğru ilerledi.
“İyi de bunu nasıl bilebiliriz ki?” Darah boyunun verdiği avantajla ona doğru yaklaştı. Neredeyse aynı boydalardı.
“Bak, tek bildiğim şey onlara bir başvuru formu gönderdiğim ve karşılığında da bana sizin oda numaranızın ve isimleriniz yer aldığı bir e-posta atmış oldukları. İşte, çıktısını bile aldım. Tüm misafirlerinize potansiyel suçlu gibi mi davranırsınız siz?” Neredeyse on kere katla- dığı kağıdı çıkararak Darah’ya uzattı. Darah kağıda baktı ve içini çekerek kağıdı bana uzattı.Kağıdı okur okumaz, “Bunu neden bize bildirmediler ki?” dedim. Tüm bilgiler orada siyah-beyaz bir şekil- de yazıyordu.
“Kim bilir?” dedi Darah çocuğu dikkatli bir şekilde inceleyerek.
O sırada, kolları kutularla dolu olan Renee, “Oh Tanrım, bir daha asla taşınmayacağım,” dedi merdiven- lerin başından. “Bu döküntüleri kim koridorda bıraktı ya?” Yerde duran bavulun ve gitarın üzerinden atlayarak onlara nefret dolu bir bakış fırlattı. “Yeni oda arkadaşımız ortaya çıktı mı ? ah, merhaba.”
Hunter’ı gördüğü anda rahatsız edici sesi tatlı bir tona bürünmüştü. “Sanırım koridordaki gitar senin.” Eşyalarını düşürdü ve kalçasını çıkararak eğildi. Ah, aman Tanrım!
“Bu,” dedim, Hunter’ı göstererek, “Barınma Müdürlüğü’ne göre bizim yeni oda arkadaşımız.” “Yok artık.”
Renee’nin küçük suratındaki gözleri bir anda büyüdü. Renee bir raftan alıp Victoria’s Secret atleti giydirdi- ğiniz sarı saçlı, mavi gözlü porselen bebeklere benziyordu. “Dalga mı geçiyorsunuz benimle?” “Ne karşılama ama,” dedi Hunter. Ben, “Kapa çeneni be,” derken o, yeniden gülümsedi. Tanrım, o gülümsemeyi suratının içine gömmek istiyordum.
“Sanırım eşyalarımı koridordan çıkarmalıyım,” diyerek bavulunu sanki bir ayakkabı kutusuymuşcasına kaldırdı. Tam bir gösteriş...
Hunter odadaki kutuları, yastıkları ve diğer ıvır zıvırları toplamak zorunda kalmıştı ki bunu hiç gocunmadan yaptı. Kendisine bir nokta bularak bavulunu oraya koydu ve bize baktı.
“Ee, ben kimle uyuyacağım,” dedi benim yatak odamın kapısına yaslanarak.
Darah ve Renee’nin geçen seneden beri oda arkadaşı olduklarını göz önüne alırsak ve anlaşma gereği de benim onların bu küçük grubuna sonradan katıldığımı düşünürsek yeni gelen kişinin benimle kalması gerekiyordu.
Fakat artık böyle bir durum söz konusu bile olamazdı çünkü yeni gelen kişi bir kız değildi.
“Bu konuda ciddi misiniz siz yani?” dedim.
O sırada Darah, “Tek bir boş yatak var ve o da Taylor’ın odasında,” dedi.
“Bu çocuğun burada benimle kalmasına imkan yok,” diye çıkıştım, göğüslerimi kapatsınlar diye kollarımı kavuşturarak. Yatma konusu açıldığından beri Hunter gözlerini göğüslerime dikmişti. Öyle üzerinde durula- cak pek fazla bir şeyim olmamasına rağmen gözlerini oradan alamıyordu.
“Hayır, şu an barınmayı arıyoruz ve bu işi hemen hallediyoruz,” diyerek cep telefonumu çıkardım. Renee, “Tay, pazartesi günü açık değiller ki,” dedi. “Umrumda bile değil. Şu an orada mutlaka biri ol- malı. Sonuçta bugün taşınma günü.”
O sabah kapıya koyduğumuz kampüs telefon rehberini oradan alarak barınma işlerinin numarasını bulana kadar rehberi parmağımla taramaya başladım.
“Aa hadi ama Küçük Hanım yoksa benimle yaşamak istemiyor musun?”
Bu adam kim olduğunu sanıyordu yahu? Onu sadece on dakikadır tanıyordum ama bana şimdiden bir lakap takmış ve ayrıca bana ahlaksız teklifte bulunmuştu.
“Eğer bir daha bana Küçük Hanım dersen…” Sinirimden numarayı çevirmeye giriştiğim için cümlemi tamamlayamadım. O arada Renee ve Darah ben duymamayım diye Hunter’a bir şeyler fısıldıyorlardı.
Renee, “Aman bırakalım da ne yaparsa yapsın, sanı- rım en iyisi bu olacak,” diye tısladı.
“Yerinizde olsam ona çatmazdım,” dedi Hunter. Bense bir yandan telefonun diğer ucundan gelen sesleri dinliyordum.
Nihayet bana aramam gereken saatleri ve bunlar dışındaki ek süreleri hatırlatan bir bant kaydı karşılık ver- di. İlkinde telefonu suratlarına kapadım. Tekrar aradım ve yine aynı bant kaydı cevap verdi. Onlara durumun ne kadar acil olduğunu anlatan kısa bir mesaj bıraktım ve yeniden aradım. Barınma Müdürlüğünü, sesli yanıt sisteminindeki beş kişiye birden mesajımı iletene kadar aramaktan yılmasam da sonunda telefonu kapatarak masaya çarptım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder