Üçüncü blog turumuzun ilk gününden herkese merhabalar.
Benim de çok beğenerek okuduğum tur kitabımızın ön okuması sizlerle :)
Çekilişe yazının sonundan katılabilirsiniz.
Çekilişe yazının sonundan katılabilirsiniz.
***
"Bayım?" diye tekrarladı. "Paketin yerine ne zaman varma sını istiyorsunuz?"
İki parmağımı sol şakağıma bastırdım. Başımın zonkla ması daha da çekilmez bir hâl almıştı. "Ne zaman olursa," dedim.
Görevli paketi aldı. Yirmi dört saatten kısa bir süre önce verandamın önünde duran ayakkabı kutusu, tıpkı onu aldığımdaki gibi kahverengi bir kese kağıdıyla tekrar kaplanmış ve şeffaf bir koli bandıyla sarılmıştı. Ama şimdi üstünde yeni bir isim var. Hannah Baker'ın listesindeki bir sonraki isim.
"Hannah'nın sıradaki kurbanı," diye mırıldandım. Sonra böyle bir şey düşündüğüm için kendimden tiksindim.
"Pardon?"
Başımı salladım. "Ne kadar?"
Kadın kutuyu tartıya koyup klavyeye bir sayı yazdı.
Benzin istasyonundan aldığım kahvemi tezgâhın üstüne bırakıp ekrana baktım. Sonra cüzdanımdan birkaç bank not, cebimden biraz bozukluk çıkardım ve parayı tezgâhın üstüne bıraktım.
"Kahvenizin henüz bir etkisi olmamış galiba," dedi. "Bir dolar eksik."
Fazladan doları verip ardından uykulu gözlerimi ovuş turdum. Kahvem ılık olduğu için yutması daha zor. Ama bir şekilde ayılmam lazım.
Belki de buna gerek yok. Belki en iyisi günü yarı uykuda geçirmektir. Belki bu günü atlatmanın tek yolu budur.
"Bu adrese yarın varır," dedi. "Ya da ertesi gün." Sonra kutuyu arkasındaki bir el arabasına attı.
Okul bitene kadar beklemeliydim. Jenny'ye huzurlu geçirebileceği son bir gün daha versem iyi olacaktı. Gerçi bunu hak etmiyordu.
Yarın ya da bir sonraki gün eve geldiğinde kapısının önünde bir paketle karşılaşacak. Eğer önce annesi, baba sı ya da başka biri bulursa belki paketi yatağının üstün de görecek. Ve heyecanlanacak. Ben heyecanlanmıştım. Gönderenin adresi yazmayan bir paket mi? Adresi yazma yı unutmuşlar mıydı yoksa bunu bilerek mi yapmışlardı? Belki de gizli bir hayrandan geliyordu.
"Faturanızı istiyor musunuz?" diye sordu görevli.
Başımı hayır gibilerinden salladım.
Ama küçük bir yazıcı yine de faturamı bastı. Kadının plastik şeridi, tırtıklı yerinden boylu boyunca yırtıp çöp kovasına atışını izledim.
Kasabada yalnızca tek bir postane var. Acaba bu paketi benden önce alan, listedeki diğer isimlerle de aynı memur mu ilgilendi? Diğerleri, faturalarını âdeta bir ruh hastası gibi hatıra olarak saklıyor mu? Yoksa onları iç çamaşırı çek mecelerine mi tıktılar? Mantar panolara mı astılar?
Faturamı az daha geri isteyecektim. "Kusura bakmayın, geri alabilir miyim?" diyecektim neredeyse. Hatıra olsun diye.
Ama eğer bir hatıra isteseydim, kasetlerin kopyalarını alır ya da haritayı saklardım. Fakat o kasetleri bir daha asla dinlemek istemiyorum, gerçi yine de sesi kafamdan asla çıkmayacak. Zaten evler, sokaklar ve lise, bana bunları ha tırlatmak için daima burada olacak.
Bu iş artık benim kontrolümden çıktı. Paket yoldaydı. Faturayı almadan postaneden çıktım.
Sol şakağımın ardında başım hâlâ zonkluyor. Her şey tatsız ve okula yaklaştıkça bayılacak gibi oluyorum.
Yere yığılmak istiyorum. Hemen şuracıkta kaldırıma çökmek ve sarmaşıkların arasına girmek istiyorum. Çünkü sarmaşıkların ardında kaldırım, okulun otoparkına doğru kıvrılıyor. Yol, ardından ön bahçeden geçip ana binaya gi-
riyor. Öndeki kapılardan ilerleyip her iki tarafta sıra sıra dizilmiş kilitli dolaplarla ve sınıflarla dolu bir koridora dönüşüyor, en sonunda birinci dersin her zaman açık kapısından içeri giriyor.
Sınıfın önünde, öğrencilerin karşısında Bay Porter'ın masası var. İade adresi olmayan paketi en son o alacak. Ve sınıfın ortasında, bir sıra sola doğru Hannah Baker'ın sırası duruyor.
Boş bir hâlde.
Ön kapıya ayakkabı kutusu büyüklüğünde bir paket yas lanmıştı. Çünkü kapımızda bir posta deliği olmasına rağ men, bir kalıp sabundan daha kalın her şey dışarıda kalır. Ambalajın üstündeki çalakalem yazı, paketin Clay Jensen'a geldiğini söylediği için, kutuyu alıp içeri girdim. Ardından ıvır zıvır çekmecesini açıp bir makas çıkardım. Sonra ma kasın bıçaklarından birini paketin etrafında gezdirip ku tunun kapağını açtım. Ayakkabı kutusunun içinde baloncuklu naylondan bir rulo çıktı. Ruloyu açınca, yedi adet kasetle karşılaştım.
Her kasetin sağ üst köşesine, muhtemelen ojeyle, laci vert bir rakam yazılmıştı. Kasetlerin her yüzünün kendinumarası vardı. İlk kasetin üstünde bir ve iki, sonrakinin üstünde üç ve dört; böyle devam ediyor. Son kasetin bir yüzünde on üç yazıyor fakat arkasında bir şey yok.
İçi kasetle dolu bir ayakkabı kutusunu bana kim yollamış olabilir ki? Her kimse, artık kaset dinlemediğimi bilmiyor. Hem onları dinleyecek bir kasctçalarım var mı bakalım?
Garaj! Iş tezgâhının üstündeki stereo teyp. Babam onu bir garaj satışında üç kuruşa almıştı. Eski olduğu için, tey bin talaşla kaplanmasını ya da üstüne boya sıçramasını dert etmez. Ve en iyisi, kaset çalıyor.
Tezgâhın önüne bir tabure çektim, sırt çantamı yere attım ve sonra oturdum. Kasetçaların üstündeki play düğmesine bastım. Plastik kapak yavaşça açılınca, ilk kaseti içine koydum.
1. KASET: A YÜZÜ
►
Herkese merhaba. Hannah Baker konuşuyor. Canlı ve stereo.
İnanamıyorum.
Geri dönüş yok. Tekrar yok. Ve bu sefer, kesinlikle hiçbir istek yok.
Hayır, buna inanamıyorum. Hannah Baker intihar etti.
Umarım hazırsınızdır çünkü sizlere hayat hikâyemi anlat mak üzereyim. Daha açık olmak gerekirse, hayatımın neden sonlandığını. Ve eğer bu kasetleri dinliyorsanız, o nedenlerden biri de sizsiniz demektir.
Nasıl yani? Olamaz!
Sizi hikâyenin içine hangi kasetin dâhil ettiğini söy lemeyeceğim. Ama merak etmeyin, eğer bu küçük ve se vimli kutuyu aldıysanız, adınız mutlaka geçecek... Söz veriyorum.
Şimdi, ölmüş bir kız neden yalana yatsın ama öyle değil mi?
Hey! Şaka gibi oldu. ölü bir kız neden yalana yatsın? Cevap: Ayakta duramadığı için.
Bu bir çeşit hasta intihar notu mu?
Buyurun. Gülün.
Ah, neyse. Ben komik olduğunu düşünmüştüm.
Demek Hannah ölmeden önce bir sürü kaset doldur muş. İyi ama neden?
Kurallar çok basit. Sadece iki kural var. Kural bir: Dinleyeceksiniz. Kural iki: Elden ele geçireceksiniz. Umuyorum, bunların hiçbiri sizin için kolay olmayacak.
"Ne dinliyorsun?"
"Anne!"
Kasetçaların üstüne atlayıp bir sürü düğmeye birden bastım.
"Anne, beni korkuttun," dedim. "Bir şey değil. Okul pro jesi."
Her soruya verdiğim hazır cevabım. Geç mi kalacağım? Okul projesi. Fazladan paraya mı ihtiyacım var? Okul pro jesi. Ve şimdi, bir kızın kasetleri. İki hafta önce bir avuç dolusu ilaç yutmuş bir kız.
Okul projesi.
"Ben de dinleyebilir miyim?" diye sordu annem.
Ayağımın ucunu beton yere sürterek "Benim değil," dedim. "Bir arkadaşa yardım ediyorum. Tarih dersi için. Sıkıcı bir şey."
"Ah. ne iyisin," dedi. Omzumun üstünden uzandı ve tozlu bir paçavrayı, eski bebek bezlerimden birini kaldırıp altındaki mezurayı aldı. Sonra alnımı öptü. "Seni rahat bırakayım."
Kapı kapanana kadar bekledim, sonra parmağımı play düğmesinin üstüne koydum. Parmaklarım, ellerim, kolla rım, boynum, her yerim halsiz. Kasetçaların üstündeki tek bir düğmeye bile basacak gücüm yok.
Eski bebek bezini aldım ve gözümün önünden kalksın diye ayakkabı kutusunun üstüne örttüm. Keşke bu kutuy la içindeki yedi kaseti hiç görmeseydim. İlk seferinde play tuşuna basmak kolaydı. Çocuk oyuncağıydı hatta, çünkü neler duyacağıma dair hiçbir fikrim yoktu.
Ama bu kez, hayatta yaptığım en korkutucu şeylerden biriydi.
Sesi kısıp play tuşuna bastım.
►
... Bir: Dinleyeceksiniz. Kural iki: Elden ele geçireceksiniz. Umuyorum, bunların hiçbiri sizin için kolay olmayacak.
Kasetlerin on üç yüzünü de dinledikten sonra -çünkü her hikâyenin on üç yüzü var- onları geri saracak, kutuya koyacak
ve küçük öykünüzü takip eden her kimse ona vereceksiniz. Ve sen, şanslı sayı on üç, sen kasetleri doğrudan cehenneme götürebilirsin. Hangi dine inandığına bağlı olarak, belki seninle orada görüşürüz.
Kuralları çiğnemeyi düşünürseniz diye söylüyorum, bu ka setlerin bir kopyasını yaptığımı bilin. Eğer bu paket hepinizin elinden geçmezse, o kopyalar açığa çıkacak.
Bu anlık bir karar değildi.
Beni... Bir daha sakın küçümsemeyin.
Hayır. Böyle bir şeyi düşünebilmesinin imkânı yoktu.
İzleniyorsunuz.
II
Midem sıkışıyor, kendimi bırakırsam kusacak gibiyim. Yakınlarda başka bir taburenin üstünde, ters çevrilmiş bir plastik kova duruyor. Eğer gerekirse, iki adımda koşar, onu sapından tutup çeviririm.
Hannah Baker'ı şöyle böyle tanıyordum. Yani aslında tanımak istemiştim. Onu daha fazla tanımak istemiştim. Yaz boyunca sinemada birlikte çalışmıştık. Ve kısa bir süte önce, bir partide işi pişirmiştik. Ama daha fazla yakınlaşma fırsatımız olmamıştı. Ve onu bir kez olsun küçümsememiş- tim. Bir kez bile.
Bu kasetlerin burada olmaması gerekirdi. Bana gelme meliydiler. Bir yanlışlık olmalıydı.
Ya da bu korkunç bir şakaydı.
a Rafflecopter giveaway
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder